Heidelberg, gitmeyi düşündüğümüz şehirler listesinin uzun zamandır başlarında yer alıyor. Ancak yolumuz bir türlü buraya düşmüyor. Bu kez Almanya sınırına kadar gelmişken, Heidelberg’i görmeden dönmek istemiyoruz. Tabii Heidelberg’de üniversite okuyan kuzenim Kübra’yı görmeden dönmek istemememiz de bizim için çok önemli bir diğer sebep. Nihayetinde, Colmar, Strazburg ve Fransız köyleriyle devam eden tatilimizin son durağı bu muhteşem Alman kenti oluyor.
İki gece kalacağımız Heidelberg’e tren ile Strazburg’tan Karlsruhe aktarmalı olarak yaklaşık iki saatte ulaşıyoruz. Hauptstrasse üzerinde bulunan Hotel Perkeo’ya istasyonun önünden kalkan 35 numaralı otobüs ile gidiyoruz. Odamıza yerleştikten sonra gezmeye hazırız!
Otelimizin de üzerinde bulunduğu Hauptstrasse, kentin en meşhur ve kalabalık caddesi. Yaklaşık bir buçuk kilometre uzunluğunda olan bu cadde Almanya'nın en uzun yaya yolu özelliğini taşıyor. Bu yaya yolu, eski kent merkezinin (Altstadt) de ortasından geçiyor.
|
Hauptstrasse |
|
Hauptstrasse |
1386 yılında kurulmuş Almanya'nın en eski üniversitesinin bulunduğu Üniversite Meydanı’na (Universitätsplatz) doğru yürüyoruz. Meydandaki Üniversite Müzesi’ne giriyoruz. Müzeyi gezdikten sonra Heidelberg Üniversite’nin en eski amfisini de ziyaret etmeyi unutmuyoruz.
|
Üniversite Meydanı (Universitätsplatz) |
|
Eski Amfi (Alte Aula) |
Müzeden çıktıktan sonra meydana açılan diğer sokakta yer alan Öğrenci Hapishanesi’ne (Studenten Karzer) gidiyoruz. Burası resmi olarak hapishane olmasına rağmen, normal hapishaneler kadar katı kurallara sahip değilmiş. Kamu kurallarını bozan öğrenciler için 1778 ile 1914 yılları arasında kullanılmış. Ancak hapishaneye atılan öğrenciler derslerine devam edebiliyorlarmış.
|
Öğrenciler, hapis cezaları sırasında duvarlara resimler çizmiş ve şiirler yazmışlar. |
|
Hayretler içinde hapishaneyi inceliyorum! |
|
Ömer, o dönemler Heidelberg’de yaşasaydı… |
Özellikle fotoğraf çekmeyi sevenler için gerçek bir cennet olan hapishane maceramızdan sonra yine Hauptstrasse üzerinde yer alan Markt Meydanı’na (Marktplatz) yürüyoruz. Meydan, Heiliggeist Kilisesi’ne (Heiliggeistkirche) ve Herkül Heykeli’ne ev sahipliği yapıyor.
|
Markt Meydanı (Marktplazt) |
Meydandan kiliseyi arkamıza alarak Eski Köprü’ye (Alte Brücke) doğru yürüyoruz. Köprünün girişinde bronz maymun heykeli bizi karşılıyor. Kentin simgesi haline gelmiş bu heykeldeki maymun, kendine bakanlara ayna tutuyor. Maymunun aynayla barışı yansıtmak istediği söyleniyor.
|
Eski Köprü |
|
Turistler için maymunun kafasındaki boşluğa girip fotoğraf çektirmek bir gelenek haline gelmiş. |
|
Köprüden kalenin görünümü |
|
Ve tabii ki biz :) |
|
Köprünün bittiği yerdeki Aşk Taşı |
Köprünün bittiği yerdeki yolu geçiyoruz. Üniversitedeki profesörlerin ve filozofların yürüyüş yaptığı şehir manzaralı Filozof Yolu’na gitmek için önce Yılan Yolu’nu tırmanmaya başlıyoruz. Adından da anlaşılacağı gibi kıvrımlı bir yol. Filozof Yolu’na vardığımızda harika bir manzara bizi bekliyor.
|
Eski Köprü’den Yılan ve Filozof Yolu |
|
Yılan Yolu’ndan… |
|
Filozof Yolu’ndan kalenin görünümü |
|
Filozof Yolu’ndan eski merkezin görünümü |
Sınavdan çıkan kuzenim Kübra ile buluşmak için geri dönüyoruz. Hauptstrasse üzerindeki Cafe Romantie’de bir şeyler içerken bir yandan da hasret gidermeye çalışıyoruz. Konuşacak o kadar çok konu birikmiş ki zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyoruz. Ama hava da kararmadan kaleye çıkmak istediğimiz için kalenin yolunu tutuyoruz. Tırmanmaya üşenenler ya da tırmanmak istemeyenler “bergbahn” denilen füniküleri kullanabilir. Biz manzaranın da tadını çıkarmak istediğimiz için uzun yoldan kaleye tırmanıyoruz.
|
Ne yapalım, tırmanıyoruz işte :) |
|
Kaleye tırmandığımız yoldan… |
|
Ağacın yapraklarını görünce dayanamıyoruz ve kısa süreli de olsa çocukluğumuza geri dönüyoruz. |
|
Bol bol mola vererek manzaranın tadını çıkarıyoruz. |
|
Heidelberg Kalesi (Schloss) |
|
Hazır fotoğrafımızı çeken Kübra’yı bulmuşken, bol bol çekiniyoruz! :) |
|
Heidelberg Kalesi |
|
Kaleden eski merkezin ve eski köprünün görünümü |
Yeşillikler arasındaki bu sevimli şehrin tadını doyasıya çıkarıyoruz ve kaleden hiç inmek istemiyoruz. Ama hafiften hava kararmaya başlayınca ve acıktığımızı hissedince inmekten başka seçeneğimiz kalmıyor.
Yemek için Hauptstrasse üzerindeki Hans im Glück – Burgergrill restoranı düşünüyoruz. Ancak önceden rezervasyon yaptırmadığımız için yer bulamıyoruz. Biz de nehir kenarındaki Hemingway’s Cafe & Bar’a gidiyoruz. Hamburger çeşitlerini ve salatalarını kesinlikle tavsiye ediyorum.
Bir gün daha bu romantik Alman kentinin tadını çıkardıktan sonra, ayrılık zamanı da yavaş yavaş yaklaşıyor. Dokusu, doğası ve ruhuyla insana kendini mükemmel hissettiren bir yer olan Heidelberg, senelerdir gelmeyi hayal ettiğimiz her bir güne değiyor. Tabii bir de Colmar ve Strazburg gibi çok etkilendiğimiz iki farklı destinasyonla birleşince ortaya da kusursuz bir tatil çıkıyor. Koşuşturmanın olmadığı, sakin ve huzur dolu bir haftayı geride bırakırken evimize dönme zamanı geliyor. Ben ise elbette bir sonraki durağımızı düşünmeden edemiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder