Colmar’dan tatilimizin ikinci durağı olan Strazburg’a trenle yarım saatte gidiyoruz. Gardan dışarı çıktığımızda güneşli bir gün bizi karşılıyor. Gelmeden yer ayırttığımız
Hotel Restaurant Au Cerf d’or ile garın arası yaklaşık bir buçuk kilometre olmasına rağmen bu güzel havada sokaklarda dolaşarak gitmeyi tercih ediyoruz. Odamıza eşyalarımızı bıraktıktan sonra şehri keşfetmeye hazırız.
Nehrin kenarından yürüyerek Gotik mimari tarzda inşa edilmiş Aziz Paul Kilisesi’ne (Église Saint-Paul) gidiyoruz.
|
Aziz Paul Kilisesi |
Kiliseden sonra Cumhuriyet Meydanı’na (Place de la République) yürüyoruz. Tiyatro ve üniversite binaları ile Kraliyet Sarayı’nın (Palais du Rhin) çevrelediği meydan tüm hareketliliğiyle bizi karşılıyor. İnsanların çimlerde uzanıp kitaplarını okudukları huzurlu bir ortamla karşı karşıyayız.
|
Cumhuriyet Meydanı ve Kraliyet Sarayı |
Meydandan ayrılıp köprüden nehrin karşısına geçiyoruz. Broglie Meydanı’na (Place Broglie) gelmeden Janus Çeşmesi’nde (Fontaine de Janus) ufak bir mola veriyoruz. İki yüzü olan Roma Tanrısı Janus’tan esinlenilerek 1988 yılında yapılmış.
|
Janus Çeşmesi |
Janus Çeşmesi’nin biraz ilerisinde Broglie Meydanı var. Yılbaşı zamanı bu dikdörtgen yapıya sahip meydana pazarlar kuruluyor.
|
Broglie Meydanı |
Kentin neredeyse her yerinden görünen Strazburg Notre Dame Katedrali’ni merak ediyoruz ve rotamızı ona çeviriyoruz. Yapımına 11. Yüzyılda başlanmış olan katedral günümüzün en yüksek altıncı kilisesi. Anlayacağınız her yerden göründüğü kadar var! Ve sahiden, hayatımda gördüğüm en ihtişamlı yapılardan biri.
|
Katedrali ancak bu şekilde kadrajımıza sığdırabiliyoruz :) |
|
Katedralden detaylar |
Aslında katedralin bulunduğu meydan kentin de kalbi konumunda. Bu fazlasıyla hareketli meydanda, Fransız lezzetlerini tadabileceğiniz restoranlar ve hediyelik eşya satan dükkanlar da var.
|
Katedral Meydanı |
|
15. yüzyılda bir peynir tüccarı tarafından inşa ettirilmiş, günümüzde restoran ve otel olarak kullanılan Kammerzell Evi |
Meydana çıkan dar sokaklarda dolaşmaya devam ediyoruz. Hepsi birbirinden sevimli bu sokaklarda dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyoruz. Yürürken gördüğümüz küçük bir büfeden krep alıyoruz. Ayaküstü kreplerimizi de yedikten sonra Küçük Fransa Bölgesi’ne (La Petit France) gitmeden uğramak istediğimiz diğer meydanlara yürüyoruz. Her biri birbirinden keyifli olan bu meydanlarda sık sık mola vermemek imkansız.
|
Gutenberg Meydanı ve modern matbaacılığın babası olarak anılan Johannes Gutenberg’in heykeli |
|
Kleber Meydanı |
Meydanlardan sonra asıl hedefimiz olan Küçük Fransa’ya varıyoruz. Çiçeklerle bezenmiş Alsas evleri, dar sokakları ve küçük meydanıyla nehrin kenarında bizi karşılıyor. Ambiyans çok etkileyici olduğu için buradan hemen ayrılmak istemiyoruz. Nehrin kenarındaki La Corde à Linge Restoran’a oturuyoruz ve muazzam bir manzara eşliğinde bir şeyler içiyoruz.
|
ve biz :) |
|
Dikkatimi çeken bir ayrıntı ise, tekne geçerken açılan köprü |
|
La Petit France |
|
La Petit France |
|
Barrage Vaudan |
|
Zamanında savunma amacıyla yapılmış kulelerin olduğu Ponts Couverts Köprüsü |
|
Ponts Couverts Köprüsü’nde biz :) |
Hava kararıp şehir ışıklandırıldıktan sonra tekrar fotoğraf çekmeye gelene kadar bölgeden ayrılıp yeniden katedralin bulunduğu tarafa gidiyoruz. Akşam yemeği için La Gruber Restoran’ı tercih ettikten sonra kenti gece fotoğraflamak için hazırız.
|
Kleber Meydanı |
|
La Petit France |
|
Barrage Vaudan |
|
Ponts Couverts Köprüsü |
Strazburg’daki ikinci günümüzü köylere ayırıyoruz. Planlarımıza göre sırasıyla Obernai, Barr ve Dambach-la-ville’ye gideceğiz. Normalde bu köyler için her 15-20 dakikada bir tren varken, genel grev olduğu için seferlerin birçoğunu iptal ediyorlar. Biz de sadece Obernai ve Barr’a gidebiliyoruz.
İlk durağımız olan Obernai’ye Strazburg’dan trenle yaklaşık 30 dakikada varıyoruz. İstasyondan çıktıktan sonra ilk etapta gürültülü bir yer izlenimi verse de, merkeze yaklaştıkça ne kadar yanıldığımızı anlıyoruz. Obernai, her şeyiyle huzur kokan bir yer.
|
Belediye binası |
|
Marche Meydanı |
Marche Meydanı’ndan Schenkenberg Bağ Yolu’na giden turist trenleri var. Ancak biz her zamanki gibi dolaşarak gitmeyi tercih ediyoruz. Tepeye tırmandığımız için biraz yorucu oluyor. Ama bağlara ulaştığımızda tüm yorgunluğumuza değiyor.
|
Schenkenberg Bağ Yolu |
|
Schenkenberg Bağ Yolu’ndan Obernai |
|
Bağların arasına kendini atan Ömer |
|
Obernai |
Yemyeşil, huzurlu ve bakir atmosferiyle bizi çok etkileyen Obernai’yi karış karış gezdikten sonra trenle 10 dakika sonra Barr’dayız. Burası kendi halinde çok küçük bir Fransız köyü. Ama köyde karşılaştığımız neredeyse herkes Türk! Daha sonra Strazburg’da bindiğimiz taksi şoförünün söylediğine göre Barr’ın nüfusunun çoğunluğunu Türkler oluşturuyormuş.
|
Barr |
|
Barr |
|
Barr |
Barr çok küçük olduğu için tüm köyü gezmemiz uzun sürmüyor. Biz de tren saatimiz gelene kadar Le Brochet Restoran’da kabaklı ve somonlu tarte flambee yiyoruz. Restoran’daki garson neredeyse hiç İngilizce konuşamıyor. Ama bize de Fransızca espri yapıp gülmekten geri kalmıyor :)
Barr’dan Strazburg’a trenle yaklaşık 40 dakikada gidiyoruz. Bugüne sıkıştırdığımız bir diğer planımız ise Strazburg Tenis Turnuvası’nda bir maç izlemek. Şansımıza da biz Barr’dayken Strazburg’da yağan yağmur nedeniyle maçların bir kısmı sarkıyor. Biz de önceden planladığımız Sloane Stephens-Pauline Parmentier maçına yetişebiliyoruz.
|
Strazburg Tenis Turnuvası Sloane Stephens ve Pauline Parmentier karşılaşması |
Strazburg için ayırdığımız ve dolu dolu geçirdiğimiz iki günün sonuna geliyoruz. Tatilimizin son durağı ise uzun zamandır gitmeyi hayal ettiğimiz bir yer: Heidelberg.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder