Salda Gölü’nde geçirdiğimiz bir günün ardından yeniden yola çıkıyoruz. Sırada Akyaka var. Salda Akyaka arası arabayla yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Muğla’dan Akyaka’ya geçerken muazzam bir manzara bizi karşılıyor.
|
Bu manzara karşısında etkilenmemek elde değil. |
Heybetli çam ağaçlarıyla kaplı dağ yolundan kıvrıla kıvrıla Akyaka’ya ulaşıyoruz. Arnavut taşı yolları ve tek mimariye sahip bahçeli evleri ile ilk görüşte etkileniyoruz. Beyaz ve pembe begonviller ile süslenmiş evlerinden birinde yaşama hayali kurmadan edemiyoruz.
Akyaka’da beş yıldızlı oteller ve tatil köylerinin yerine apartlar ve küçük oteller var. Biz de merkeze beş dakika yürüme mesafesinde bulunan Ayka Otel’de konaklıyoruz. Odamıza yerleştikten sonra Akyaka için ayırdığımız üç günümüz başlıyor.
İlk durağımız, herkesin öve öve bitiremediği çam ağaçlarının arasına gizlenmiş Çınar Koyu. Girişte 15 TL’lik bir kart veriliyor ve bu kartı içeride kullanabileceğimiz söyleniyor. Biz de bu kartı şezlong kiralamak için kullanıyoruz. Pazar günü gittiğimiz için mi bilmiyorum ama acayip bir kalabalık bizi karşılıyor. Şezlong ve şemsiye bulmak da bile epey zorlanıyoruz.
Çınar Plajı’nın sahili küçük renkli çakıl taşlarıyla kaplı ve denizin suyu o kadar berrak ki suyun içindeki balıkları bile deniz gözlüğü olmadan görebiliyoruz. Denizi tam benim sevdiğim gibi birkaç adım attıktan sonra derinleşiyor. Ayrıca plajın ortasından azmak denize döküldüğü için denizin suyu soğuğa yakın ılık bir sıcaklıkta.
|
Çınar Koyu |
|
Koyun ortasından geçen azmak |
|
Azmağın denize döküldüğü kısım |
Ertesi gün ise Çınar Koyu’ndan Akyaka’nın tersi istikametinde yaklaşık 30 dakika gittikten sonra ulaşılabilen Akbük Koyu’nu tercih ediyoruz. Yol çok virajlı ancak bir o kadar da harika bir manzarası var. Burası Çınar Koyu’na göre daha uzun bir plaj ama en az onun kadar kalabalık bir yer.
Otel sahibemizin önerisiyle girişte arabayı otoparka bırakıyoruz ve koyun en sonuna kadar yürüyüp Blue Parrot’a gidiyoruz. Burası koyun en sonunda olduğundan nispeten çok daha tenha. Koyun girişine hâkim olan gürültüden oldukça uzakta saatlerce vakit geçirmek için şiddetle tavsiye bir nokta :)
|
Akbük Koyu |
|
Akbük Koyu |
|
Akbük Koyu |
Akyaka’daki son günümüzü ise tekne turuna ayırıyoruz. Sabah 10’da başlayıp akşam 18’de döndüğümüz tekne turu için yemek dâhil kişi başı 50 TL ödüyoruz. Sırasıyla Ziraatçiler Koyu, Gelibolu Su altı Mağaraları, Lacivert Koy, Zeytinli Koyu ve son olarak da Sedir Adası’na gidiyoruz.
|
Adını zeytin ağaçlarına bakan ziraat mühendislerinden almış olan Ziraatçiler Koyu |
|
Halk arasında Tavşan ve Keçi Adası olarak bilinen Gelibolu Adası’nın açıklarından başlayıp altına doğru uzanan su altı mağaraları var. Gelibolu Su Altı Mağaraları, maske ve şnorkel ile yüzeyden de çok rahatlıkla görülüyor. |
|
Akvaryum Koyu olarak da bilinen Lacivert Koyu adını suyun renginden alıyor. |
|
Minik çakıl taşlı bir sahili olan Zeytinli Koyu |
Son olarak Sedir Adası’na gidiyoruz. Ancak tekne trafiği çok yoğun olduğundan iskelede teknemize yer bulamıyoruz ve bir müddet açıkta yer açılmasını bekliyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı örenyeri olduğundan girişler kişi başı 20 TL. Eğer müze kartınız varsa ücretsiz olarak girebiliyorsunuz.
Tarihi M.Ö. 6. yüzyıla uzanan adanın ismi sedir ağaçlarından gelmesine rağmen günümüzde sedir ağaçlarının yerini zeytin ağaçları almış. Helenistik ve Roma Dönemlerine ait antik tiyatro, agora ve antik liman kalıntıları günümüze kadar gelmiş.
|
Limanda yer açılmasını bekliyoruz. |
|
Sedir Adası |
|
Sedir Adası |
Tekneye yer bulduktan sonra girişten biletimizi alıyoruz. Adada görülmesi gereken tüm yerlere giden ahşap yolda yürümeye başlıyoruz. İlk olarak, Orta Bizans Dönemine ait Kıstak Kilisesi bizi karşılıyor. Kilise surların dışında yer alıyor.
|
Kıstak Kilisesi kalıntıları |
|
Kilisenin manzarası |
|
Kalıntıların arasında yüzyıllar öncesine gitmemek elde değil. |
Kiliseden ayrılıp ahşap yolda ilerlemeye devam ediyoruz. Ağaçların altında pamuk gibi yumuşak kumun bulunduğu Kleopatra Plajı’na geliyoruz. Rivayete göre, Kleopatra bu kumsalda denize girmeden önce Mısır’dan 60 gemi ile üzerine yapışmayan yumuşak kumlar getirtiyor. Bu nedenle de burası Kleopatra Plajı olarak biliniyor. Bu kumlar çok kıymetli olduğu ve gelen turistlerle ada dışına çıkmaması için adadan ayrılmadan önce herkesin duş alma zorunluluğu var.
|
Kleopatra Plajı |
Plajın yakınında küçük bir kafe, tuvalet ve duş bulunuyor. Plajdaki şezlonglar ücretsiz. Ancak sabahın erken saatlerinde geldiğiniz zaman yer bulunabiliyor.
Plajdan sonra agora ve antik tiyatroyu da geziyoruz.
|
Tarihi kentteki ticari etkinliklerin merkezi olan agora kalıntısı |
Antik tiyatro, Sedir Adası’ndaki tarihi yapılar arasında diğerlerine nispeten daha sağlam kalmayı başarıyor. 2500 kişilik antik tiyatronun sahnesi tahrip olmasına rağmen oturma yerleri günümüze kadar geliyor.
|
Antik tiyatro |
|
Ben gezinirken Ömer de tarihi taşlarda oturmayı tercih ediyor :) |
|
Adanın her köşesi ayrı muazzam bir manzaraya ev sahipliği yapıyor. |
|
Ve tarihi bir sahneye tabi ki… |
Sedir Adası’nın her köşesini gezdikten, tarihi bir yolculuk yaptıktan sonra Akyaka’ya geri dönüyoruz. Akyaka’ya kadar gelip Azmak üzerinde tekne turu yapmadan dönmek olmaz diye düşünüyoruz.
Suyu sodalı olduğundan kadınlar eskiden Azmak’ta çamaşır yıkarlarmış. Bu yüzden de “Kadın Azmağı” olarak da biliniyor. Dolmuş tekne ile kişi başı 10 TL’ye aldığımız biletlerle yaklaşık 30 dakika nehrin üzerinde geziniyoruz. Burası koruma altında olduğundan balık tutmak yasak. Su çok ama çok soğuk. Ayrıca su çok berrak, büyüleyici su altı fauna ve florasını tekneden rahatlıkla izleyebiliyoruz.
|
Azmak’ın kenarında bulunan restoranlarda ayaklarınız buz gibi suyun içinde bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Tabi bu kadar soğuk suya dayanabilirseniz! |
Gündüzleri Akyaka’nın birbirinden güzel koylarında yüzerken akşamları da sevimli çarşısında geziniyoruz. İlk gün “What mum cook’s for today?” sloganıyla her gün farklı ev yemekleri yapan Anne Yemekleri (Mum’s Cook) restoranda birbirinden güzel zeytinyağlı yemekler yiyoruz. Diğer akşamlar ise, yurt dışında aşçılık alanında uzmanlaşan kızlarının açtığı Pizza Fellas’ı işleten Taner Abi ve Zerefşan Abla’nın közlenmiş patlıcanlı pizzasının tadını çıkarıyoruz. Pizza Fellas’ın pizzaları kadar karadutlu limonatası ve karadut-votkasına da hayran kalıyoruz. Bir gün yolunuz Akyaka’ya düşerse Pizza Fellas’a mutlaka uğramalısınız.
Seyahatimizin ikinci durağı olan Akyaka’da dolu dolu üç gün geçirdikten sonra sabah erken saatte bir sonraki durağımız olan Kaş'a doğru yola çıkıyoruz.
Salda Gölü gezi notları için
tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder