Doğu Karadeniz’e ilk kez 2001 yılında bir lise gezisiyle gitmiştim. Samsun, Ordu, Trabzon ve Rize’yi gezme fırsatım olmuştu. Nedendir bilmem ama o zaman gittiğimde yaylalara çıkmamıştık. Yaylalara çıkmadığımız halde o zamanlardan aklımda kalan muhteşem doğası, hırçın dalgaları ve tavşankanı çayı olmuştu. Bu topraklara bir gün tekrar gideceğimi her zaman hayal ediyordum. Kurban Bayramı vesilesiyle o gün geldi ve çattı :)
Aylar önce yaptığımız planın ardından, tatili fırsat bilerek yakın arkadaşlarımız Umut ve Özlem’le Çamlıhemşin yaylalarını keşfetmek için Ankara’dan yollara düştük. Bafralı olan Özlem bize yolda Samsun pidesi yedirmek istese de, Bafra yolumuzun üstünde olmadığından Çarşamba’da Vedat Milor’un tavsiye ettiği Galip Usta Pide Salonu’na gittik. Pideler lezzetliydi ancak bana göre fazla yağlıydı. Çarşamba’dan aklımda kalan diğer bir lezzet ise pide salonunun yanındaki kahvede yapılan karlı buzlu limonata oldu. Çok ferahlatıcı ve lezzetliydi.
|
Yola sabah 5’de çıkınca, 10 gibi öğle yemeğimizi yiyoruz :) Bu arada bu seyahatte öğrendiğim bir şey de, Samsun pidesinin her ilçede kendi adıyla satılması. Bafra pidesi, Çarşamba pidesi gibi :) Özlem ve Umut’a göre en lezzetlisi Bafra pidesi. |
12 saat süren yolculuğumuzun ardından Çamlıhemşin Şenyuva Köyü’ne gelmeden Fırtına Vadisi’nin kıyısına kurulmuş Ada Bungalov’a ulaştık. Sadece altı tane bungalov bulunan pansiyonumuzun tamamen doğayla iç içe ve izole bir konuma sahip olması bizi girer girmez kendine çekti. Yeri gelmişken, tesiste az sayıda bungalov olmasından dolayı odaların çok çabuk dolduğunu ve böylesine doğayla uyumlu ve butik bir yerde konaklamak istiyorsanız rezervasyonunuzu erken bir tarihte yaptırmanız gerektiğini söylemeliyim.
Bu coğrafyada yer ayırtırken dikkat etmeniz gereken en önemli husus ise odalarda ısıtma sisteminin olması. Neredeyse her mevsim yağmurlu olan Çamlıhemşin’de hava sıcaklığı da normale göre düşük oluyor. Bir de nemden dolayı ıslanan kıyafetleriniz normal koşullarda kurumuyor. Bizim konakladığımız bungalovlarda elektrikli kalorifer vardı.
Ada Bungalov’da kişi başı oda kahvaltı 190 TL ödedik. (Yalnız bildiğim kadarıyla fiyatlara zam gelecekti) Otele girişimizden son ana kadar her şeyimizle ilgilenen Hidayet Hanım’ın hazırladığı yöresel kahvaltılarda, kendi pişirdiği mısır ekmeğinden kestane balına, mıhlamadan kahvaltılık sosa kadar her şey vardı. Kahvaltı gerçekten harikaydı :)
|
Ada Bungalov |
|
Ada Bungalov’dan gün boyu hiç ayrılmasanız bile doğayla baş başa çok güzel vakit geçirebilirsiniz. |
|
Kuş, su ve cırcır böceklerinin sesi eşliğinde hamak keyfi yapabilirsiniz. Tabi yağmur yağmazsa… |
|
Çayından mıdır suyundan mıdır yoksa her ikisinden midir bilmiyorum ama burada içtiğim çayın tadı hiçbir yerde yoktu. |
Çamlıhemşin’de geçireceğimiz üç günü, fazla koşuşturmadan ve doğanın tadını çıkaracağımız şekilde planladık. Amacımız çok yer görmek değil, aksine gittiğimiz yerin ruhunu hissetmek ve sakinliğin tadını çıkarmaktı. İlk günümüzü Palovit Şelalesi ve Gito Yaylası’na, ikinci günümüzü Tar Deresi Bulut Şelalesi ve Pokut Yaylası’na, son günümüzü de sadece Elevit Yaylası’na ayırdık.
Yoldan geldiğimiz akşamı otelde dinlenerek ve keyif yaparak geçirdikten sonra, ertesi güne Palovit Vadisi’ndeki asırlık ağaçların arasından geçip Palovit Şelalesi’ne giderek başlıyoruz. Rize’nin benzersiz doğal güzelliklerinden biri olan Palovit Şelalesi yaklaşık 15-20 metreden dökülüyor. Şelaleye giderken yanınıza yağmurluk, yağmur çizmesi, yedek kıyafet ve çorap almanızda fayda var. Şelalenin alt kısmına inmeden yolun üst kısmında seyir terasları ve piknik masaları var. Biz şelaleyi biraz yukarıdan seyrettikten sonra döküldüğü yere iniyoruz. Öyle bir hiddetle dökülüyor ki, aşağıya inmemiz ile sırılsıklam olmamız bir oluyor :)
|
Palovit Vadisi’nde nereye bakacağımızı şaşırıyoruz. Her yer birbirinden güzel. |
|
Yeşillerin içinden su sesini takip etmeye çalışıyoruz. Ama tahmin edeceğiniz gibi her yer su :) |
|
Şelaleye kadar dereyi takip etmek en iyisi :) |
|
Derenin şelaleden dökülmeden önceki son yeri… |
|
Şelale, yeşillerin arasında beyaz bir melek gibi bizi karşılıyor. |
|
Şelalenin altında ıslanmak çok güzel bir his! |
Şelaleden sonraki durağımız Gito Yaylası… Ana yoldan Gito ayrımına dönüyoruz. Kıvrılarak yükselen toprak yolda, sislerin arasından siluetleri gözüken ağaçlar bize eşlik ediyor. Yaklaşık 2.100 metre yükseklikte bulunan yaylaya vardığımızda sislerin arasına sandalyelerimizi açıyoruz ve uzaktan gelen tulum sesi eşliğinde anın tadını çıkarıyoruz.
|
Yaylaya tırmanırken sisin azaldığı ve manzaranın kendini gösterdiği nadir yerlerden biri. |
|
Sisten hiçbir şey göremediğimiz için biz de kendi kendimizce eğlenmeyi tercih ediyoruz :) Hatta Ömer baya uçuyor :) |
|
Hafif hafif sis dağılmaya başlıyor ve tipik Karadeniz evleri kendini gösteriyor. Aslında oturduğumuz yerin karşısında saklanmış bir yayla varmış da biz bilmiyormuşuz :) |
|
Sisin dağılması ve saklı yaylanın yüzünü göstermesiyle keyfimiz epey yerine geliyor. |
|
Biraz daha hızlı sallansam bulutlara değecekmişim gibi hissediyorum! |
İkinci günümüzün ilk durağı, Tar Deresi Bulut Şelalesi. Buraya arabayla ulaşım yok. Aracımızı Milli Park girişine bırakıp yürümeye başlıyoruz. Yaklaşık iki kilometre doğa yürüyüşünün ardından 250 metre yükseklikten kademeli olarak dökülen şelale bizi karşılıyor. O kadar yüksekten dökülüyor ki sanki bulutlardan aşağıya akıyormuş gibi. Zaten bu nedenle de Bulut Şelalesi deniliyormuş.
|
Muhteşem bir doğanın içinde adım adım Bulut Şelalesi’ne gidiyoruz. |
|
Bitki örtüsünden dolayı kendimizi tropikal bir adada gibi hissediyoruz. |
|
Tar Deresi |
|
Kayalar, sukulentler için doğal saksı niteliği taşıyor. |
|
Bulut Şelalesi |
|
Bulut Şelalesi |
Şelaleden sonra 2.100 metre yükseklikte bulunan Pokut Yaylası’na gidiyoruz. Gittiğimiz yaylalar arasında yolu en virajlı ve en bozuk olan yol burası. Bir tarafı uçurum, bir tarafı dağ olan toprak yol aslında kelimenin tam manasıyla araç yolundan çok keçi yoluna benziyor. Üstelik gidiş ve dönüş olarak kullanılıyor.
Pokut Yaylası’nda iki tane kafe bulunuyor. Biz yaylanın girişindeki Patika Kafe’ye oturup ekmek arası köfte yiyoruz. Lezzetini hiç beğenmediğimiz köfteler için kişi başı 25 TL ödüyoruz. Üstelik akşama doğru midemiz ekşiyor. Kesinlikle tavsiye etmiyorum.
Ermenice
“Rüzgarlı Vadi” anlamına gelen Pokut Yaylası’nda bir çoğu kullanılmayan 75 tane ev bulunuyor. Hava açık olduğu zamanlarda Sal, Amlakit ve Hazindak Yaylaları ile Kaçkar Dağlarının muhteşem manzarasına ev sahipliği yapıyor. Ancak biz gittiğimizde hava hiç açmıyor ve sürekli sisle karşılaşıyoruz. Hal böyleyken, söz konusu manzarayı da göremiyoruz. Ama zaten doğayla baş başa olmaya gittiğimiz için, doğanın bize verdiğiyle yetinmeyi bilmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
(Kuzey ışıkları dersi!) Biz de sislerin içinde kuş seslerini dinliyoruz, ara ara yağmurda ıslanıyoruz ve sessizliğin tadını çıkarıyoruz.
|
Pokut Yaylası |
|
Pokut Yaylası |
|
Pokut Yaylası |
|
Pokut Yaylası |
Çamlıhemşin’deki son günümüzü sadece Elevit Yaylası'na ayırıyoruz. Resmi adı Yaylaköy olan Elevit Yaylası 1.800 metre yükseklikte bulunuyor. Diğer yayla yollarına göre yolu daha rahat diyebilirim. Çat Köyü’ne kadar Arnavut kaldırımı yol var. Ancak Çat Köyü’nden sonra 6 km yol çalışması olduğundan son kısmı bozuk.
Elevit Yaylası’na vardığımızda yolun üst kısmında ormanlık alana kadar olan yeşil alana sandalyelerimizi açıyoruz. Müzik eşliğinde, havanın da sisli olmamasından iki katlı metal çatılı tipik Karadeniz evleri ve Kaçkarların manzarasını seyrediyoruz. Zaten yaklaşık bir buçuk saat sonra her yer tekrar sisle kaplanıyor.
|
Tüm günümüzü aynen bu şekilde yatış halinde geçiriyoruz :) |
|
Elevit Yaylası |
|
Elevit Yaylası |
|
Yaylanın ortasında dağlardan süzülerek gelen coşkun bir dere var. |
Çamlıhemşin’de dolu dolu üç gün geçiriyoruz. Birçok yerde telefonun da çekmemesiyle tam anlamıyla doğayla baş başa kalıyoruz. Yeşilin her tonuna, su şırıltısına ve cırcır böceklerinin seslerine doyuyoruz. Her manzarasıyla bizi kendine hayran bırakan yaylalara en kısa zamanda tekrar geleceğimizin hayaliyle dönüş yoluna çıkıyoruz. Eve ulaştığımızda toplamda 2.000 kilometreyi aşkın yol yapmış olsak da, gördüklerimiz ve hissettiklerimiz her bir kilometreye değiyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder