İlkay ile birkaç günlüğüne Ankara’dan İzmir'e taşınan arkadaşımız Sabiha’yı ziyarete gidiyoruz. Üçümüz de Efes, Şirince, Çeşme ve Alaçatı’yı daha önce gördüğümüzden değişik bir yerlere gitmek istiyoruz. İzmir çevresindeki yerleri incelemeye başlıyoruz.
“Onlar kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular.”
Tarihin babası olarak bilinen Antik Yunan tarihçi Herodot’un bahsettiği yerde; denizin, doğanın ve tarihin kentinde, foklara yuva olmuş Phokaia’da, yani Eski Foça’dayız. Eski Foça, İonyalılaradan Perslilere, Büyük İskender’den Romalılara ve Osmanlılara kadar sayısız dev medeniyete ev sahipliği yapmış bir bölge.
İzmir’den yaklaşık bir saatte ulaştığımız Eski Foça’yı gezmeye başlamadan önce, turizm danışma bürosundan gezilecek yerlerin işaretli olduğu haritayı alıyoruz. İlk durağımız olan Hafız Süleyman Mescidi meydana çıkan sokaklardan birinde. Kare planlı ve düz tavanla örtülü mescit 1548 yılında Foça Kalesi dizdarı Kurt Hacı Mustafa tarafından yaptırılmış.
1992 yılında yeniden ibadete açılan mescit, Hafız Süleyman tarafından yenilendiği için bu isimle anılıyor. |
Mescitten sonra sahile doğru yürürken Fatih Cami’yi görüyoruz. Foça'nın Türk Dönemi’ne ait önemli bir yapısı olan Fatih Cami'nin iki kitabesi var. Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Mustafa Ağa tarafından 1531 yılında yaptırılıyor. Cami günümüzde de hala ibadete açık.
Fatih Cami |
Ara sokaklardan sahile inip Küçük Deniz’e doğru yürüyoruz. Yazdan kalma bir sonbahar gününde tatlı bir meltem eşliğinde sahilde ilerlerken Büyük Deniz ile Küçük Deniz arasındaki kaleyi görüyoruz. Zamanında kentin ana girişi olan Beşkapılar Kalesi, yan yana sıralanmış kapılardan adını alıyor. Kalenin surlarından içeri girdiğimizde sanatçıların sergilediği ve sattığı eserleri görüyoruz.
Beşkapılar Kalesi |
Kalenin içinde bulunan ve Foça’nın simgesi haline gelmiş fok heykeli |
Kaleden çıkıp Küçük Deniz’i Büyük Deniz'e bağlayan kale surlarının yanındaki Aşıklar Yolu’ndan ilerlediğimizde Kybele Açık Hava Tapınağı’nı görüyoruz. Milattan önce 580 yılına ait olduğu düşünülen tapınağın, Anadolu'nun en eski tanrıçası Kybele’ye ait olduğu düşünülüyor. Elimizde harita olmasa buranın tarihi bir kalıntı olduğunu anlayamayacaktık. Ne yazık ki, böyle bir tarihi kalıntıyı anlatan herhangi bir tabela yok!
Aşıklar Yolu’ndan Foça evleri |
Büyük Deniz’e doğru ilerlerken bize eşlik eden kent surları |
Aşıklar Yolundan… |
Kybele Açık Hava Tapınağı’nda bulunan kabartma |
Kybele Açık Hava Tapınağı’ndan sonraki taş köprüyü geçerken tepeden bize bakan yel değirmenlerini görüyoruz. Artık restoran, kafeler, hediyelik eşya satan dükkanlar ve balıktan dönmüş taze balık satan balıkçılar ile çevrelenmiş Küçük Deniz’in kıyısındaki Eski Foça’nın kalbi de diyebileceğimiz meydandayız. Foça’nın en kalabalık yeri burası.
Taş Köprü |
Küçük Deniz |
Yeri gelmişken; efsaneye göre seneler önce Foça’da Panayot ve Hüseyin isimli iki yakın balıkçı arkadaş yaşar. İki dostun aynı zamanda çocukları olur. Hüseyin kızının adını Deniz koyarken, Panayot da oğluna Rumca “deniz” anlamına gelen Talaşa ismini verir. Çocukların isimlerinin karışmaması için Hüseyin’in kızına Megola Talaşa yani Büyük Deniz, Panayot’un oğluna ise Mikro Talaşa yani Küçük Deniz diye seslenilir. İki çocuk yıllar sonra birbirlerine aşık olurlar ve zamanlarının çoğunu “karataş”ın üzerinde geçirmeye başlarlar. Nişanlandıktan kısa bir süre sonra Küçük Deniz çalışmak için Foça’dan ayrılır ve bir daha geri dönmez. Büyük Deniz yıllarca karataşın üzerinde sevgilisinin dönmesini bekler. Ancak üzüntüden hastalanır ve ölür. Hüseyin ve Panayot, Büyük Deniz’in ölümünden sonra aşıkların vakit geçirdikleri karataşı kırıp kimsenin bilmediği bir yere götürürler. “Her kim ki yeri meçhul karataşın üzerine basarsa, Foça’ya olan tutkusu artsın ve buraya kuvvetli bir bağ ile bağlansın.” diye dilekte bulunurlar. Benim de Foça seyahatimde karataşa bastığımı söylememe gerek var mı? :)
Küçük Deniz tarafından ayrılıp tarih kokan ara sokaklara dalıyoruz. Ev cephelerinin çeper olduğu dar sokaklarda top peşinde koşan çocuklar bizi karşılıyor. Foça taşı olarak da bilinen yerel tüften yapılmış genellikle iki katlı, renkli pervaz ve kapılarla süslü Foça evlerinin aslında kendine has bir güzelliği ve hikayesi var. Her kapıyı çalıp, misafir olmak ve hikayelerini dinlemek istiyor insan.
Birbirinden davetkar Foça evlerinin kapıları… |
Foça taşından yapılmış evlerin cephelerini en güzel zeytin ağaçları süslüyor. |
Oldukça keyifli bir günün ardından, istemesek de Foça’dan dönüş vaktimiz geliyor. Buraya kadar gelmişken ülke çapında termik santrallere karşı dik duruşuyla tanınan Kozbeyli Köyü’ne gidiyoruz. Akşam saatine denk geldiğinden köy sokaklarında gezemesek de meydandaki Şakir’in Kahvehanesi’ne gidiyoruz ve bir yorgunluk kahvesi içiyoruz.
Aklımız insanın içini ısıtan Foça evlerinde kalsa da İzmir'e doğru yola çıkıyoruz. Hoşça kal Foça… Umarım en kısa zamanda tekrar görüşürüz…
Yıllar önce gitmiştim sakin çok tatlı bir sahil kasabası kesinlikle :)
YanıtlaSilÇok huzurlu bir yer cidden :)
Sil