İlk parşömen, ilk Asya Kütüphanesi, ilk büyük hastane ve ilk psikoterapi gibi birçok ilke imza atmış Bergama kentindeyim. Hayli köklü bir tarihe sahip kent, 150 yıl boyunca Bergama Krallığı’nın merkezi olduktan sonra tarih boyunca Hititler, Romalılar, Yunanlılar ve Osmanlılar gibi birçok medeniyete de ev sahipliği yapmış.
İzmir’den yaklaşık iki saatte ulaştığımız Bergama’da aracımızı bıraktıktan sonra yürümeye başlıyoruz. İlk durağımız olan Bergama Arastası, “Osmanlı Çarşısı” olarak da biliniyor. Arasta; ayakkabıcılar, saraçlar, zahireciler ve bakırcılar gibi birbirinden farklı zanaat localarının bir araya gelmesiyle 1400’lü yılların sonunda şekillenmeye başlıyor ve günümüzde de hâlâ faaliyetlerine devam ediyor.
|
Bergama Arastası’nın girişinde caddenin karşısında bulunan Hacı Hekim Hamamı’nın 1571 yılında yaptırıldığı düşünülüyor. Günümüzde halen kullanılmakta olan hamam, arastanın karşısında olduğundan “Çarşı Hamamı” olarak da anılıyor. |
|
Bergama Arastası’nın girişi |
|
Bergama Arastası |
|
Bergama Arastası’nın ara sokakları |
|
Ticari yoğunluğun artmasıyla arastada ikinci bir mescit ihtiyacı doğuyor. 1800’lü yılların sonunda minaresiz, altta şadırvanı olan ve birinci katta kubbeli olarak inşa edilen Mescitaltı Mescidi, arastanın ara sokaklarında dolaşırken karşımıza çıkıyor. |
|
Bergama Arastası’nın ara sokakları |
Bergama Arastası’ndan ayrılıp tarihin izlerini yavaş yavaş takip ediyoruz. Kızıl Avlu’ya doğru giderken lokma döküldüğünü görüyoruz. Kendimize almak için gittiğimizde İzmir ve çevresinde lokmanın satılmadığını, ölüm ya da doğum gibi olaylarda kişiler tarafından hayrına dağıtıldığını öğreniyoruz. Biz de bu güzel geleneği takip ederek “Allah kabul etsin” deyip afiyetle yiyoruz.
Tepede Pergamon Antik Kenti’nin Akropol kalıntıları bize eşlik ederken Bergama’nın ara sokaklarına doğru yürüyoruz. Birbirinden otantik taş ev cephelerinin çeper olduğu Arnavut kaldırımı dar sokaklarda tarihin izlerini sürüyoruz. Açık söylemem gerekirse, Bergama’daki taş evlerin Foça’daki taş evler kadar iyi korunmadığını, birçoğunun harabe şeklinde olduğunu görüyoruz.
|
Bergama kapıları |
|
Eski kent dokusu, maalesef yeni yapıların arasında kaybolmuş… |
Ara sokaklardan çıktığımızda Kızıl Avlu karşımızda tüm ihtişamıyla duruyor. İncil’de adı geçen ilk yedi kiliseden biri olarak kullanılmış olan Serapeion Tapınağı, inşası sırasında kullanılan kırmızı toprağın yapılara vermiş olduğu renk ve büyük avlusundan dolayı halk arasında “Kızıl Avlu” olarak anılıyor. Milattan sonra 2. yüzyılda yapıldığı düşünülen tapınak Mısır Tanrıları Serapis ve İses’e adanıyor. Bu nedenle de “Mısır Tanrıları Tapınağı” olarak biliniyor.
|
Serapeion Tapınağı (Kızıl Avlu) |
|
Tapınağın avlusunda, günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış silindirik yapının tepesinde yuvarlak aydınlık açıklığı (opaion) bulunuyor. Avludaki diğer silindirik yapılardan biri Osmanlı zamanında camiye çevriliyor. Halen Kurtuluş Cami olarak kullanılıyor. |
|
Silindirik yapının içinde bazı buluntular sergileniyor. |
|
Bu figürün aslan başlı Mısır Tanrıçası Sekhmet’i canlandırdığı düşünülüyor. |
|
Aslan başlı figürün yanında ise Doğu Roma’nın en büyük heykellerine ait parçalar sergileniyor. |
|
Bolluk, bereket ve doğurganlıkla anılan nar ağacı tapınağı süslüyor. |
Yavaş yavaş tapınaktan ayrılıp son durağımız olan Pergamon Antik Kenti’ne doğru gidiyoruz. Kent tepede olduğundan araba ya da teleferikle ulaşım sağlanıyor. Araba yolu yaklaşık %10 eğimli olduğu için biz teleferik ile çıkmayı tercih ediyoruz.
Pergamon Antik Kenti Akropol’ünde müzekart geçerli, kartı olmayanlar için giriş ücreti 25 TL. Biletlerimizi aldıktan sonra gezerken faydalanabileceğimiz bir broşür soruyoruz. Bayramdaki yoğunluktan dolayı bittiğini ve olmadığını söylüyorlar. (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim biz bayramdan bir ay sonra oradayız!) Gezerken kullanabileceğimiz bir kulaklık da olmadığını öğrendiğimizde canımız sıkılıyor. Kısaca milattan önce kurulmuş bir kenti elimizde bilgilendirme olmadan gezeceğiz!
Pergamon Antik Kenti’nde ilk yaşam izlerine milattan önce 4. yüzyılda rastlanıyor. Milattan önce 282 ve 133 yıllarında Pergamon Krallığı’na başkentlik yapıyor. O dönemde saray, tapınak ve tiyatro gibi birçok önemli yapı inşa ediliyor. Anadolu’nun en önemli kentlerinden biri olan Bergama, daha sonrasında da Roma İmparatorluğu’na bağlanıyor ve stratejik önemini koruyor.
Benim bu seyahatte (bir kez daha) öğrendiğim en önemli şey, ne yazık ki elimizdeki tarihe sahip çıkamıyor oluşumuz. Neden derseniz, 1870’li yıllarda yaklaşık 15 yıl gibi uzun bir sürede Antik Kentteki birçok eser İzmir Limanı’ndan Berlin’e götürülüyor ve şu an bu çalıntı eserler Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde sergileniyor!
|
Yaklaşık 10 bin seyirci kapasiteli Helenistik Dönemin en dik tiyatrosu |
Çalınan koca bir tarihten geriye kalanları kısıtlı imkanlar doğrultusunda elimizden geldiğince anlamaya ve gezmeye çalışıyoruz. Yaklaşık 2.300 yıl önce bu topraklarda insanların gezindiğini, ticaret yaptığını veya tiyatroya gittiğini hayal ediyoruz. Kim bilir, belki bundan bir 2.000 yıl sonra aynı düşüncelerle başka insanlar da buraları karış karış gezer…
Bizim Bergama için ayırmış olduğumuz günün bitmesiyle yeniden İzmir yoluna düşüyoruz. Hoşça kal Bergama… Biz millet olarak sana hak ettiğin değeri verememişiz. Üzgünüm…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder