Bükreş yazımda Romanya’ya düğün vesilesiyle geldiğimizden bahsetmiştim. Ankara’ya dönmeden Romanya’da bir günümüz daha var. Biz de Ömer ile Bükreş’e yakın, tren ile gidebileceğimiz yerlere bakıyoruz. Gönül ister ki vaktimiz olsun ve tüm Transilvanya Bölgesini gezebilelim. Ancak böyle bir vaktimiz olmadığından Bükreş’ten Transilvanya Bölgesine geçişte bulunan Sinaia’ya gitmeye karar veriyoruz. (Bir daha gelmek için bahanemiz de hazır :) )
Bucuresti Nord Tren Garından tek yön 18 RON’a biletlerimizi alıyoruz. Trenlerin konforu bir Avrupa kentindeki trenler gibi değil. Ayrıca koltuk numarası olmasına rağmen, çoğu kişi boş bulduğu yere oturmayı tercih ediyor. Tren sarı, yeşil ve turuncu renklerle kaplı dağların arasından yaklaşık bir buçuk saatte Sinaia’da oluyor. Biz de bu esnada gözümüzü camdan ayıramıyoruz :)
Romanya’da bulunan Karpat Dağları’nın yamacına kurulmuş olan kent, “Karpatların İncisi” olarak da anılıyor. Görkemli dağ manzarası ve etkileyici mimarisi ile kesinlikle lakabının hakkını veriyor.
Tren garından çıktıktan sonra kentin merkezinde bulunan parka doğru yürüyoruz. Her yer sonbaharın insana huzur veren renkleriyle kaplı. Parkın içinden yürüyerek Sinaia Manastırı’na oradan da tepeye kurulmuş olan Peleş Kalesi’ne gitmeyi düşünüyoruz.
|
Sinaia kent merkezindeki park |
|
1880 yılında yapılmış Sinaia’nın en eski oteli |
|
Sinaia Casino Binası |
Gelelim bu muhteşem yerin tarihine… Mihail Cantacuzino isimli bir aristokrat zamanında Mısır’a seyahat ediyor. Yolculuğu sırasında dinler tarihinde önemli bir yere sahip olan Sina Dağı’ndan çok etkileniyor. Ülkesine döndükten sonra Karpat Dağları’nda keşişlerin yaşadığı bu bölgeye “Sinaia” adında bir manastır yaptırtıyor.
|
Günümüzde halen faaliyetlerine devam eden manastırda yaklaşık 20 keşiş yaşıyor. |
Aradan yıllar geçiyor. Romanya Kralı I. Carol bu manastırı ziyarete geliyor. Tıpkı bizim gibi kral da bu bölgenin doğasını çok beğeniyor. Kendi kullanımı için bir yazlık saray inşa ettiriyor. Kralın yazlık sarayından sonra ülkenin önde gelen saygın aileleri bu bölgeye kendilerine yazlık villalar yaptırıyorlar ve kent yavaş yavaş bugünkü halini alıyor.
Kral I. Carol’un yaptırdığı Peleş Sarayı tüm kente hâkim bir tepede bulunuyor. Önce yürüyerek gitmeye çalışıyoruz. Ancak yolu çok dik ve zorlu olduğundan yanımızdan geçen otobüse hayır demiyoruz.
Peleş Sarayı'nın yapımı 40 yıla yakın sürüyor. Avrupa’da merkezi ısıtmanın ve elektriğin ilk kez kullanıldığı Peleş Sarayı, inanılmaz görkemli ve gösterişli bir mimariye sahip. Kocaman bir bahçesi olan sarayın dağ ve orman manzarası da çok etkileyici. Eylülün ikinci haftasından itibaren pazartesi ve salı günleri ziyarete kapalı olduğundan biz sarayın iç kısmını gezemiyoruz. Ama sadece bahçesinin bile gezmeye değer olduğunu düşünüyorum.
|
Sarayın bahçesini gezmeye başlamadan bu güzel atmosferde bir şeyler içiyoruz. |
|
Peleş Sarayı |
|
Peleş Sarayı |
|
Peleş Sarayı |
|
Peleş Sarayı’nın Karpatlar manzarası |
|
Peleş Sarayı bahçesinden… |
|
Peleş Sarayı bahçesinden… |
Bahçede dolaştıktan ve manzaranın tadını çıkardıktan sonra Peleş Sarayı’na 100 metre uzaklıktaki Pelişar Sarayı’na yürüyoruz. Peleş Sarayı’na bu kadar yakın bir mesafede ikinci bir sarayın yapılmasının farklı bir hikayesi var. Kral I. Carol’un yeğeni yani gelecekteki Kral Ferdinand’ın eşi Marie’nin I. Carol’dan nefret etmesi ve Peleş Sarayı’nı kullanmak istememesi sonucunda kendilerine başka bir saray yaptırıyorlar. Tabi bunlar ne kadar doğru bilemiyorum. Sadece tarihi saray dedikoduları :)
|
Pelişar Sarayı |
|
Pelişar Sarayı |
Otobüs ile ulaştığımız saraylar bölgesini bitirdikten sonra, sonbaharın renklerinin içimizi ısıttığı manzarayı biraz daha görebilmek için aşağıya yürüyerek iniyoruz. Sinaia’da tüm günümüzü geçirdiğimiz için açıkçası Braşov’a mı gitsek yoksa Bükreş’e geri mi dönsek konusunda kararsız kalıyoruz. Tren garına gittiğimizde Braşov’a giden trenin beş dakika içinde geleceğini görünce en azından bir akşam yemeği yiyip döneriz düşüncesiyle trene atlıyoruz ve bir saat sonra Braşov’dayız :)
Braşov, Transilvanya Bölgesi’nde bulunan yaklaşık 300 bin nüfuslu bir kent. Romanya’daki kentler arasında Bükreş’ten sonra en çok ziyaret edilen yer. Tabi bunun en önemli nedenlerinden biri, Kont Dracula’nın yaşadığına inanılan Bran Şatosu’nun burada olması. Biz akşamüzeri geldiğimiz için ara sokaklarında dolaşıyoruz ve meydana karşı güzel bir yemek yiyoruz.
|
Kentin renkli ve şirin evlerinin çevrelediği Arnavut kaldırımlı ara sokaklarından meydana doğru yürüyoruz. |
|
Kentin kalbi, birçok restoran, kafe, hediyelik eşya satan dükkânlar ve kitapçılarla çevrelenmiş ana meydanında, yani Piata Sfatului’da atıyor. |
|
Meydana girmemiz ile şekerli hamurun kömür ateşinde çevrilerek kızartılmasıyla hazırlanan kürtös kalacs’ın yani makara çöreğinin kokusu bizi kendine çekiyor. Tabi ki bu kokunun davetini geri çevirmiyoruz ve karamelli kürtös kalacs alıyoruz. Fotoğraflardan da anlayacağınız üzere mis gibi kokusundan dolayı bir türlü fotoğrafa konsantre olamıyoruz. Bakalım kim ilk tadına bakacak? :) |
|
Ortaçağ’da Piata Sfatului’de birçok kadın, cadı olduğu düşüncesiyle yakılarak öldürülüyor :( |
|
Piata Sfatului’den Biserica Neagra (Kara Kilise) görüntüsü. Kara Kilise, 1689 yılında Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşları sırasında istilacılar tarafından yakıldığı için bu ismi alıyor. |
|
Biserica Neagra (Kara Kilise) |
|
Avrupa’nın en dar sokaklarından biri olan Strada Sforii, 1600 yılların sonunda itfaiyecilerin geçmesi için 1.32 metre genişliğinde ve 83 metre uzunluğunda yapılıyor. |
|
Strada Sforii |
|
Kentte dikkatimizi çeken bir şey de tepede Hollywood tarzı Braşov yazısı |
Akşam saatlerinde Bükreş’e gidecek olan son treni beklerken, gerek Sinaia gerekse Braşov zihnimizde oldukça güzel bir yer ediniyor. Sinaia etkileyici doğası, dinlendirici sakinliği ve sonbaharı iliklerinize kadar yaşatan atmosferiyle, Braşov ise keyifli sokakları ve rengârenk meydanıyla bize sonsuz bir huzur veriyor. İlk Romanya seyahatimiz de böyle güzel bir günle sona eriyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder